30 Aralık 2009 Çarşamba

Varsa bir plan kimsenin anlamadığı...









Precious and fragile things
Need special handling
My God what have we done to You?
If God has a master plan
That only He understands:
I hope it's Your eyes He's seeing through




28 Aralık 2009 Pazartesi

Kendime çok defalar söyledim ''Neden hiç öğrenemedin şu ağzını kapalı tutmayı?''






Annie Lennox-Why Çeviri
Kaç defa anlatmaya uğraşmam gerekiyor
tüm yaptıklarım için üzgün olduğumu
Fakat ne zaman başlasam anlatmaya çalışmaya
O andır senin bana söylemen gereken
Hey...bu tip sıkıntılar daha yeni başladı
Kendime çok defalar söyledim
Neden hiç öğrenemedin şu koca ağzını kapalı tutmayı
Bu nedenle çok acıtıyor bu sözleri duymak
Sözler ağzından dökülmeye devam eden
Ağzından dökülen
Ağzından dökülen
Söyle bana
Neden
Neden


Çıldırmış olabilirim
Kör olmuş olabilirim
Ahlaksızca kabalaşmış olabilirim
Fakat hala okuyabiliyorum aklından geçenleri
Ve duydum birçok defa söylendiğini
Keşke hiç olmasaydın diye


Ayrıca...
Neden göremiyorsun bu geminin battığını
Hadi suyun kenarına inelim
Bu şüpheleri fırlatıp atabiliriz
Bazı şeyler hiç söylenmeden daha güzel
Fakat hala beni alt üst ediyorlar
Alt üst ediyorlar, alt üst ediyorlar
Söyle bana...
Neden
Anlat bana...
Neden


Bu benim hiç okumadığım bir kitap
Bunlar hiç söylemediğim sözler
Bu hiç yürümediğim bir patika
Bu rüyalar aslında görmek isteyeceklerim
Bu rastgele yayılan bir keyif
Bunlar gözyaşları
Döktüğümüz gözyaşları
Bu korku
Bu dehşet
Bunlar aklımdan geçenler
Ve bu yıllar harcadığımız yıllar
Ve bunlar bana ifade ettikleri
Ve hissettiğim bu
Biliyor musun nasıl hissettiğimi
çünkü sanmıyorum neler hissettiğimi bildiğini
Sanmıyorum bildiğini neler hissettiğimi
Sanmıyorum bildiğini korktuğum şeyi
Bilmiyorsun korktuğum şeyi





27 Aralık 2009 Pazar

Paranoid Demokrasi ve İzlanda'yı bana düşman eden çapkın

Kendinizi hiç 2. sınıf bir devlet gibi hissettiğiniz oluyor mu? Bugün ben yine daldım gittim: acaba bir devlet olsam, beyin hücrelerim de millet. Çok darbe olan, habire isyan çıkan, günü yaşayan fakat geçmişi hatırlayınca ''dün dündür bugün bugün'' diye şakıyan millete sahip bir Güney Amerika ülkesi olurdu heralde yansımam. Oraya kadar gitmene gerek yok diyor mesela şu an (m)illetimin bir kısmı.

Önce bir mizansen geldi aklıma. Amerika'dan yardım istemeye giden, iyi niyetlerimizi, ittifağımızın gerekliliğini söylemeyi düşünen devlet başkanıyım mesela. Tüm bunlar milletim için. Onların geleceği için, tek tek bireyler farkında değil belki, onlar resmin tamamını göremiyor belki ama bu bir gereklilik. Böyle olayların hızla değiştiği bir ortamda yalnızlaşmamak için uluslararası arenada yönettiğim devlet adına sorumluluk alıp kararlar vermem gerekiyor. Amerika devlet başkanıyla randevuya gidiyorum ve başkan beni yanına almıyor veya almıyor değil de çok sallamıyor. Bu arada milletimle aramda böyle twitter tarzı bir iletişim var, real-time izliyorlar olayları mesela, kapalı kapılar ardında neler oluyor gibi bir şey yokmuş mesela.

Hemen sesler yükselmeye başlıyor. Çık git oradan, dön başkana ''adam mısın lan sen!'' de. Vur kapıyı suratına. Diğer sesler de geliyor arada iyi de kardeşim adama artistlik yapmaya ne gerek var. Sen gittin ayağına, sen istedin iyi niyet belirtmeyi sana durup dururken davet yollamadı ki bunlar! Gel de bizi sevdiğini, dostumuz olduğunu söyle diye yalvardılar mı? Başka bir ne üdüğü belirsiz vatandaş ta yahu sen bunları dinleme aslında yok öyle tepkiler vatandaştan. Yandaş medya işi bunlar diyor.






Demokrasi işte burada nalıncı keseri gibi. Sesi çok çıkanın, çoğunluğun sistemi değil demokrasi deyiveriyor daha üst tondan gelen bir tepki (MGK?). Şimdi başbakan olmuşsun amacın sadece huzur ve refah içinde yaşamak. Ama hangi kararı vereceksin? Senin gönlünden geçeni mi? Mantık dediğimiz kaynağı belirsiz, sana dayatılan ve hep amacı etrafta güçlü olanların takdirini toplamaya yönelik olan sesi mi? Yoksa paranoid psikozun sesini mi? Aldanma aldanma bunların tamamının senin kontrolunde olmayan sorumluları var, sen ne yaparsan hangi yolu seçersen seç sonuç gene senin kontrolün dışında onların istediği gibi olacak diye sessiz ama derinden gelen bazen mır mır bazen ciyak ciyak sesi mi?




Yalnız veya yalnız demeyelim ayıp olur komşu ülkelere fazla dostu olmayan,  az dost canlısı bir ülkeyim ben. Fakat öyle anlar geliyor ki ne bileyim bir UN, bir EU üyesi olmasam da, ihtiyaç duyuyorum bazı paktlara. Ve pakt üyeleri kim olacak seçemiyorsun ki. Bir bakıyorsun hiç alakan olmayacağını düşündüğün bir ülke çok ama çok yakın geliyor kültürü ile toplumsal alışkanlıklarıyla sana. Gidiyorsun ziyarete tüm iyi niyetini göstermeye. Çok ama çok mutlusun çünkü özlemişsin seslerin ulaşamadığı, milletin kafanın etini yemeyeceği bir ziyaret olduğu için. Yanına yok savunma bakanı, yok ticaret müsteşarı almamışsın, çünkü ihtiyaç yok onlara. Fakat nedendir bilinmez karşı devlet başkanı bahaneler uyduruyor sana. Sekreteri çıkıyor yarın kabul edecek sizi, bugün hasta, aaaa diyorsunuz vah vah çok üzülüyorsunuz. Ertesi gün bla bla. Bu arada geçen zaman yavaş yavaş sesleri çağırıyor. Başlıyor MGK, susmuyor muhalefet, ediyor ağzına basın.

Boynun bükük dönüyorsun ülkene. Ama şimdi sen de insansın gurur var, milletinin öz saygısı var. Hadi G8 ülkelerinde bu muameleyi görünce bi alışkanlık bir duyarsızlaşma var onların bu tavırlarına ama örnek olsun diye söylüyorum ne gerek var İzlanda'ya gidip boynun bükük dönmeye. Ya sayıp söveceksin İzlanda'yı kınıyorum ayıp ulan senin ettiğin biz de seni delikanlı bilirdik diye yahut aklına gelecek güzel anılar; dostluk maçında olanlar ne güzeldi maç sonrası gittiniz sami yenden boğaza rakı içirdin heriflerin başbakanına sohbet ettiniz hobilerinizden, görüşelim mutlaka dediniz gülmediniz hiçbir resmi heyet toplantısında bu kadar. Maç sonrası bu olayları yansıtan basını takip eden bir kısım vatandaş mesaj yağmuruna tutar seni o etti sen etme, vardır bir sıkıntısı araştır bulursun neden böyle yaptığını, belki Rusya tehdit etti sakın onlara iyi davranma nükleer bomba manyağı yaparım seni diye (bir yandan da MGK rapor verir yok be ne bombası rusya ne etsin satılığa çıkmış gariban izlandayı da bombalasın). O zaman saçma bilgi kirliliği başlar. Yok efendim izlanda devlet başkanının karısı lisede bir vatandaşımıza aşık olmuş da kızı yüz üstü bırakmış bizimki kız da zor toparlanmış ''bu ırka güven olmaz satıverirler adamı'' mottosuyla atlatmış bu travmayı, kocasına baskı yapmış ya o devletle ilişkini kesersin yahut alırım çocukları giderim anamın evine diye.

O kadar çok bilgi gelir ki isimsiz mektuplarla vatandaştan neye inanacağını bilemez pısar kalırsın tepki veremeden. Ne gerek vardı o maça, o eğlenceye der durursun. Adama da bok atmaz attırmazsın ama, gururunu böyle kollarsın belki de çünkü sana yaptığı kabalığın bir sebebi olması fikri rahatlatır ancak seni. Dışişleri bakanın der gideyim ben bir bakanıyla görüşeyim belki size yansıtamadığı birşey vardır ondan böyle yapmıştır diye. Kesip atarsın orada ''hayırrr''. Gerek yok gitmeye bir daha ayağına. Dışişleri bakanın da aynı muameleye maruz kalırsa. O zaman nasıl toparlanır bu ülke kalkar ayağa tekrar. Bu risk alınamaz (bu kararı verirken medyada çatlak sesler vardır, belki de dışişleri çözerdi bu konuyu bu kadar katı olmaya ne gerek var!!!).


Zamanla yadsırsın bu olayı. Ama geldikçe aklına (örn: sayın başbakanım teroristlerin İZini sürüyoruz, veya LANDa Rover jip görünce yolda) üzülür geçersin köşkteki en sakin odaya yakarsın bir sigara, koyarsın bir kadeh:




tebessüm eder bir yanın ''ulan bizim vatandaş nereden gitmiş bulmuş da nefret ettirmiş kızı bizden taaa izlandalarda....
ağlar öteki tarafın belki de başkan gerçekten hastaydı, ondan görüşmedi neden bu kadar büyüdü bu olay diye...
Ama en acısı da düşünmek ''izlanda halkı da umursuyor mudur acaba bizim kadar bu olanları???''


Not: bu yazı the foot fist way filmi seyredilirken Fred Simmons için yazılmıştır

22 Aralık 2009 Salı

Ara sıra değişiklik lazım, alışveriş eziyeti ve güncesi





Haftasonu alışverişle geçti. Hayatta en sevmediğim şey diyebilirim. Ama mecburiyet. Benim alışverişimi başkası yapmalı. Bak bu güzel al dene, bu yakıştı, tamam sen bunu al şeklinde. Ben sadece ödemeyi yapayım. O zaman bayılıyorum mağaza gezmeye. Bu kötü alışkanlığa annemdir tek sebep, fazla tembel yetiştirdi bizi bu konuda. Erkek çocuklar böyle oluyor da diyemeyiz çünkü 2 yakın arkadaşım var, adamları bıraksan sabaha kadar kıyafet deneyip, sıkılmadan gezebiliyorlar. Bir de gaz veriyor adamlar (oğlanlar) birbirine senin rengin haki, olum bak bu markanın kesimi sende iyi duruyor diye. Uzaylı gibi bakıyorum bunlara ama benim ihtiyaçları da sayelerinde çıkarıyorum aradan. Daha doğrusu çıkarıyordum demeliyim, çünkü onlar Ankara'da ve ben anca 2-3 ayda bir gidebiliyorum yoğunluktan. Bu sebeple iş başa kaldı ve gezdim haftasonu sağı solu ve bu değişik tecrübeyi (benim için) paylaşayım istedim.



1. AVM ler sanırım havalar soğudu diye tıklım tıklım. Belki de yılbaşı indirimleri sebebiyledir. Paladiuma gidiş tam bir eziyet oldu cumartesi akşam. Trafiği aşıp varmak koşuyolundan 1 saat sürdü. Durum Kozyatağı Karfur, Kadıköy Tepe Natilyus, Optimum ve Kapitol (yine en rahatı kapitol) için de aynı sayılır.


2. Amacım parfüm, gömlek, pofuduk yelek, müzik cd almaktı. Plan ve programımı yaptım ve başladım gezmeye. Cuma günü Gant ve Gap'te pofuduk baktım ama istediğim gibi bulamadım. Renkleri kalmamıştı ve pek fason duruyorlardı. Pofuduk yeleği (bu ismi ben uydurdum ne dendiğini bilmiyorum yelek mont alternatif isim olabilir) tommy'den aldım. 419 dan 200!e düştüğünü iddia ettiler bu iddialarını etikete de yazmışlar. Bunu 400 verip alıp giyen olmuş mudur diye düşünmeden edemedim. Taba ( tezgahtar söylemese bana göre o renk çırçır sarısı veya açık sarı ama kahveye çalan derdim) rengi ve orjinal bir renk. Tipi de güzel. Tek defekti (bizim oğlanlardan öğrendiğim taktiklerle böyle anlarmış gibi etiketine bakıyorum sağını solunu elimle pırt pırt sürtüp annemler gibi satış görevlisine bakıp yeri de fena değilmiş felan demeler baya güldüm içimden ama heyecanlanıp sırıtışım belli olur diye kızardım baya, sonra da kızarmamdan adamlar nemlenip bu herif ne iş diye düşünürler mi diye takıntılanıp daha da kızardım)  parantez uzun oldu tek defekti bu tommy manyakları armayı minik tutuyorlar ben de seviyorum yazı mazı olmayıp minik arma olunca ama o armayı satışçı çocuk ben hımmm burası neden eciş bücüş deyince açıkladı, astarla arkadan dikiyorlarmış. O dikişler de kumaşın görünen kısmında o ecişiklikleri yapıyormuş. Yazık heriflere sorunu biliyor bir de anlatıyor müşteriye. Neyse hazır girmişken çocukla da samimiyet arttı bir de gömlek aldım. Gömlek te 180 den 90 a düşmüş. Eğer spor gömlek seviyorsanız bu aralar aldığım en iyi gömlek diyebilirim çünkü yeri çok güzel:))


3. Sıra geldi parfüme onu bugün tepe'de hallettim. Hiç alakasız (genelde perfume işini tekin acarda hallediyorum annem kart verdi onu geçirip duruyorum daha bir işe de yaramadı ama) boynere girdim. Ben 5-6 senedir Chanel Allure sport kullanıyorum. Başka ne denediysem olmadı. Ara ara eskiden vardı Chanel pavyonunu (hehehe) bulamadım. Bir kıza sordum o da sadece parfümü var dedi ben de parfüm alacam ya kız da bunu bilmeli ya suratımdan baktım kaldım iyi işte nerede der bakışıma rağmen o anlamadı ben de nerede demek zorunda kaldım. Bir buzdolabını chanel dolabı yapmışlar işte burada dedi. Bir bey çalışan geldi ve allure sport 213 ytl dedi ve her ikinci ürün %60 indirimli dedi. 2 tane alınca tanesi 140 ytl oluyor. Free shopta bile 70-80 euro civarı diye atladım ve chanel allure sport 2 adet 100 lük parfüm, 1 adet roll on (73 ytl) 1 adet deodorant (73 ytl ama 2. ürün diye 29 ytl) toplam 400 ytl ye uzunca bir süre kozmetik ihtiyacımı karşılamış oldum. Sonra düşündüm şimdi mal gibi gitsem tekine bana döşemişlerdi diye. Bu zaferim gözlerimi yaşarttı arayıp annemle paylaşmak istedim ama sonra vazgeçtim.


4. Sıra geldi müziğe yaz sonunda depeche mode all singles box set almıştım. Toplam 6 kutu ve içerisinde yaklaşık 36 cd var. 240 civarı single içeriyor remiksler de dahil. Bunu meydan medyamarktta buldum Ama tırnak içinde malın biri setin 1. cd sini almış. 5 tanesini alabildim. Ara ara bulamadım 1. kutuyu. Amazon da bokunu çıkardı kargo parası işinin inat ettim burada bulacağım. (meydan medyamarkt muzik bolümü çoğu müzik markete 5 basar.) Ben de çalınıp geri gelmeyen JJ Johanson The long term....10.90 YTL ve D. Gahan Hourglass aldım 14.90 YTL.


5. Bu arada C. ki kendisi karım olmakta:) anlaşmamız gereği alışverişime karışmaz. Onunla anlaştık, ben onunla alışverişe çıkmam, o da inadına bana yardım etmiyor. Bunu bir kavga sebebi yapmaktansa anlaşmayı tercih ettik. Bana yardım edip şunu al bunu al dedikten sonra aynı ilgiyi benden de beklemek gibi psikolojik bir sorunu var. Ben bu işi sevsem senden neden yardım isteyeyim değil mi canım? Olay kendi içinde absürd. Kendimi hayallerimde bile bir kızla ayyy bir dur şunu dene bak vitrinde bunu gördüm beğendim bir denesene sana yakışır derken düşünemeyen ben, mağaza mağaza onunla gezecekmişim! Sebebi de o istersem benimle gezermiş.


Sonunda bu işin yürümeyeceğine kanaat getirdik ve birbirimizi özgür bıraktık. Onun bu ara ilgi alanı gardrobundan takip edebildiğim kadarı ile (eve gelince sanki sen benimle gelmedin ama bu ambiansı zorla da olsa evde yaşayacaksın olarak algılanabilecek bir davranışla aldığı herşeyi giyip bana gösteriyor) yaya veya yoyo diye bir botlar, boyle gögüs altı hizada biten sağı solu ayrı uzunlukta garip ceketler ve uzun kaban kılıklı yün kazaklar ilgi alanında. Neyse en azından onlar denenirken orada olmak zorunda değildim diyerek avunuyorum.



Bir de deneme alma oranı denen bir olgu var. buna D/A diyebiliriz. C'nin D/A oranı periodik değişken, şöyle ki premens D/A yaklaşık 1, mens 3-4/1, siklus ortası 10-20/1, siklus 2. yarısı 6-7/1. D/A oranında da A hep sabit miktarlar olunca premens madden, siklus ortası da zamanen cehennem olmakta.



Tarzım dışı bir blog yazısı oldu bu sebeble sıkılmayın diye eğlenceli bir şarkı dinleyin istedim, hem de bana bir mesaj olsun these are hard times friend so you have to work harder.





19 Aralık 2009 Cumartesi

Simply a part of human nature

Aslında yüzeyel bakınca ne kadar neşeli değil mi? Bir çift ordinary göze ihtiyacım var anlaşılan.


Happy Up Here from Röyksopp on Vimeo.
You know I really like it
I know I'll always be here
You know it makes my heart beat
You know I'm happy up here

Would you talk to me
Would you vote for me
Im ready for it!
You know I really like it
I know I'll always be here
You know it makes my heart beat
You know I'm happy up here

Would you talk to me
Would you vote for me
Im ready for it!

You know I really like it
I know I'll always be here

Whatever you do
Whatever you say
Nothing could push this feeling away

Pursuing my heart
or pursuing my head
I feel like I'm part of the book of love
Remember the page
Remember the people
Simply a part of human nature
Sending me back to the memory lane
this pain again

You know I really like it
I know I'll always be here
You know it makes my heart beat
You know I really like it
I know I'll always be here

Whatever you do
Whatever you say
Nothing could push this feeling away
Pursuing my heart
or pursuing my head
I feel like I'm part of the book of love
Remember the page
Remember the people
Simply a part of human nature
Sending me back to the memory lane
this pain again

You know I really like it
I know I'll always be here
You know it makes my heart beat 

18 Aralık 2009 Cuma

Sadace can sıkıntısından! Your enemy of happiness...ya da my friend of misery x -1



i just walk there in silence
with no fear if someone is listening to me
i never say the filled can, rattles the least
the sound of my own silence must disturb me
hearing only what i dont want to hear
and dont forget only what i heard
i, i am drown from ease
i am in to destroy the world
happiness 
i deny that the lightness of the world
should not be on my shoulders
happiness

there is much less than
what i dont see 
your enemy of happiness
i still lie there in silence
everyone care about these words that i tell


one mans hell is anothers fun
these times are taken not to try mens souls
but something wright with all you cant see
i,
i dont take it on myself
forget, happiness hates loneliness,
happiness
i deny that the lightness of the world
should not be on my shoulders
there is much less than what i cant see
your enemy of happiness
you just move there in silence,
your enemy of happiness


13 Aralık 2009 Pazar

Yakubun Merdiveni ve Tırmanma Kılavuzu: Rabbit in your headlights & Death to birth

Metaforik anlatımı olan tüm filmler beni büyülüyor. 1 hafta kafamdaki tüm şeytanları tatile yolluyor. İnternette gezinirken eski bir fitil ateşledi zihinsel rahatlama seansımı. Bir blog sahibinin yazdığı ''follow the white rabbit'' alıntılı yazı aklıma Rabbit in your headlights şarkısını getirdi. Oradan uçtum Jacob's Ladder'a derken arada bazı virajları dönüp Michael Pitt'le bitirdim:)
Follow the white rabbit: Matrix filmiyle ünlenen, Donnie Darko ile şaha kalkan bir söylem. Aslında küçük Alice'in yolculuğunun başlangıç sebebi, kişinin kendisine zarar verecek olsa da korksa da başlayacağı düşünsel yolculuğun katalizörü. Bazı yerlerde ise bizim tavşan hür irade anlamında kullanılmış. Belki de hadi yap, hadi git pişman olmayacaksın diyen bir iç ses. Nitekim bak! Ben de burada takip edip bu tavşanı, nerelere gittiğimi açıklayacağım.
Rabbit in your headlights: UNKLE ft. Thom Yorke ve Dj Shadow (Josh Davis). Çok uzun oldu farkındayım şarkının info'su. Ama değer ona bu info. Videosunu izleyip sözlerine bakıp yolculuğa devam edeceğiz. 
I'm a rabbit in your headlights
Scared of the spotlight
You don't come to visit
I'm stuck in this bed
Thin rubber gloves
She laughs when she's crying
She cries when she's laughing
Fat bloody fingers are sucking your soul away...
(Away....away....away....)
I'm a rabbit in your headlights
Christian suburbanite
Washed down the toliet
Money to burn
Fat bloody fingers are sucking your soul away...


Sample from movie Jacob's Ladder:


If you're frightened of dyin' and you're holding on...
You'll see devils tearing your life away.
But...if you've made your peace,
Then the devils are really angels
Freeing you, from the earth... from the earth... from the earth


Whiteworms on the underground
Caught between stations
Butterfingers
I'm losing my patience
I'm a rabbit in your headlights
Christian suburbanite
You got money to burn....
Fat bloody fingers are sucking your soul away.....
Away, away, away,
Away, away, away.




Koyu yazılı olan ve filmden alıntılandığı belirtilen sözler Meister Eckhart'a ait ve tamamı şu şekilde:

The only thing that burns in hell
is the part of you that won't let go of your life:
your memories, your attachments. 
They burn them all away, but they're not punishing you,
they're freeing your soul.
If you're frightened of dying and you're holding on,
you'll see devils tearing your life away. 
If you've made your peace,
then the devils are really angels freeing you from the earth.



Çok kısa olarak da Jacob's Ladder (Dehşetin Nefesi) filmine değinecek olursak Adrian Lyne tarafından yönetilen bir başyapıt (bana göre). Yakub'un Merdiveni dünya ile cennet arasında bulunan meleklerin dünyaya inmesine ve geri dönmesine yarayan Hz. Yakubun bir gün bir taşın üstünde uyurken gördüğü merdiven.







Bu kadar alt yapı yeter sanırım. Şimdi önce şarkıyı çözelim. UNKLE filmin büyük bir hayranı demeye gerek yok sanırım. Şarkının ana temaları korku, kafa karışıklığı, yıkılma ve ümitsizlik. Sonuçta ise bu duygulardan arınıp değer yargılarında değişme ve aydınlanma tasvir ediliyor (bence). Video ise geçtiği mekan olarak bu kalıbı destekliyor. Bir tünel, aydınlıktan kopup, karanlığa girişin ve sonunda yine aydınlığa kavuşma güdüsüyle yolculuk edilen yer (doğum-yaşam-ölüm) Yoldan geçen araçlar, içindekilerin umursamazlıkları, zaman zaman çarpıp, ezmeler; kimi sendeleten, kimi savuran darbeler, hayat tecrübeleri, yaşam boyunca başımıza gelen iyi-kötü şeyler olmasın. Tünelden geçen herkes (yaşamını süren sıradan insanlar) günlük hayatın koşuşturması içerisinde aslı kaçırıyor, kendi küçük dünyalarında hapsolmuş vaziyette (arabalarının içerisinde) devam ettikleri yolun gerisini ve barındırdıklarını (yürüyen adama olan kayıtsızlık) gözardı etmiş durumdalar, tek amaç tünelin sonuna bir an önce varmak, bilinçsizce. Yani acaba güzel olandan kopup (doğum), çirkin olan, karanlık olana (yaşam) kendimizi bırakıp en baştaki güzelliğe bir dönüş mü var (ölüm)? Klip daha detaylı incelendiğinde adamımız (Denis Lavant) dış görünüşü ile toplumdan izole, içine kapanık, dışlanmış bir tip. Yoldan geçen sadece bir araç onunla ilgileniyor. Arabadakilerin ilgi gösterdikleri ve giderken takdir ettikleri şey de ceket. Yani adamımızın dışını kaplayan, onu ortamdan koruduğunu düşündüğü, sıkı sıkıya sarıldığı şey. Burada ceket sanırım dışa yansıttığımız, iç dünyamızı sosyal ortamda saklayan, koruyucumuz sandığımız, ben olarak yansıttığımız tüm ama tüm öğelerin bütünü. Sonra ne oluyor peki; yaşam yolunda tüm kendisini koruyacağına inandığı kalkanlara rağmen, girdiği ilişkilerde (araçlarla, ondan farklı, o ortam için güçlü olan şeyler) hep eziliyor. Sonunda şu aydınlanmayı yaşıyor: ben kendimi, bana ait olanları saklasam da hırpalanıyorum, yeter artık atacağım sırtımdan sahte beni, dışardan algılanmak istediğim gibi olmaya çalıştıkça yaşam daha çekilmez oluyor ve ceket çıkartma sahnesinde gerçek kişiliği ile artık dokunulmaz, yenilmez oluyor yaşam yolculuğunda. 
Burada şunu da eklemeden geçemiyeceğim, insanın en temel iç güdüsü yaşama güdüsü. Bu da doğal olarak en temel korku olarak ölüm korkusunu getiriyor. O zaman tüm bu maskeler, roller katlanılan eziyetler aslında yaşamın devamı için. Çünkü bu roller olmadan arkadaş bulmak, iş bulmak, eş bulmak, üremek, bizi koruyacak aile kurmak daha zor.
Bir de Eckhart var değil mi? Hem filmde geçen hem şarkıda bulunan sözler! Hızlı bir çeviri ile:


Cehennemde yanacak tek şey
Seni yaşamında yaşamaktan alıkoyan
Hatıraların, eklentilerin
Bunların tamamını yakıp, yok edecekler, fakat ceza olarak değil
Ruhunu serbestleştirecekler
Eğer korkarsan ölümden ve sarılırsan yaşama
Şeytanlar görürsün hep, yaşamını çalan
Ama huzurunu bulursan
Şeytanlar dönüşür meleklere, kurtaran seni dünyandan

Eckhart'a göre ölüm korkusu bize bu dünyada cehennemi yaşatmakta, asıl ızdırabı bu şekilde korkularımızla yaşayarak çekmekteymişiz. Tekrar klibe dönecek olursak yolculuğuna bir meczup olarak başlayan kahramanımız, koruyucu olarak gördüğü kalıpları (ceket) yırtıp atınca daha yol devam ederken mesih'e dönüşmüyor mu?

Jacob's Ladder filmi neyi anlatıyor? Fazla detaya girmeden söylersek, ölüm anında yaşanan delüzyonları, ölüme direnişi. Bu kadar yeter:) Seyretmek lazım mutlaka.
Tabi ki yazması, algıladığımız şeylere imrenip ulan mümkün mü acaba demesi güzel. Ben zannetmiyorum ki ceketi yırtıp atabileyim. Ama en azından bir atletle kalmak isterdim. Yok mesihlikte (metafordur, yanlış anlaşılmasın) gözüm, ama azaltmak güzel olurdu korkularımı. Arka planda da UNKLE değil bunu isterdim:

Michael Pitt- Death to birth
Erdemden 
Ahlaksızlığa
Fazla gerçek
Yaşamak için
Teslim mi olmalıyım,
Yoksa direnmeli
Ve devam mı etmeli gezinmeye?
Gözlerim en sonunda tamamen açık
Gözlerim en sonunda apaçık görüyor

Bulmak için kaynağını seslerin
Gözyaşlarımın dökülmesiyle oluşan
Boşa harcadıklarımızın kokusu
İşine yarıyordu başkalarının
Fakat biz boğarız birbirimizi içkisiyle tanrıların
Ve büker ekşiliği
Acı-tatlı bir hava
Ağaçlarımız boyunca eser
Denizlerimizde yüzer
Uçar bu dünyada son nefesimizi verirken

Bu dünyada bu uzun ve yalnız bir yolculuk, 
ölümden doğuma
Bu uzun, uzun ve yalnız bir yolculuk, ölümden...
Bu uzun ve yalnız bir yolculuk, ölümden doğuma
Bu uzun ve yalnız bir yolculuk, ölümden doğuma

Ölsem mi yeniden?
Ölsem mi tekrar tekrar?
Gerçeğin ağır darbeleri
Dönüyor boşlukta
Biliyorum asla bilmeyeceğim
Yüzleşmeden
Kendimle
Kendimle
Kendi kendimle
Soğuk ölü suratımla kendimin
Kendi tabutumla...

Ve büker ekşiliği
Acı-tatlı bir hava
Ağaçlarımız boyunca eser
Denizlerimizde yüzer
Uçar bu dünyada son nefesimizi verirken
Bu dünyada bu uzun ve yalnız bir yolculuk, 
ölümden doğuma

Bu uzun ve yalnız bir yolculuk, ölümden doğuma

Ölsem mi yeniden uğruna?
Söylesem mi ne zaman?
Gerçeğin ağır darbeleri
Dönüyor boşlukta
Biliyorum asla bilmeyeceğim
Yüzleşmeden
Kendimle
Kendimle
Kendi kendimle
Soğuk ölü suratımla kendimin
Kendi kendimin tabutuyla...

8 Aralık 2009 Salı

Roneriness! Palahniuk's Pygmy vs vs



RONERINESS: Kökeni feeling alone olan bir kelimemsi! Daha çok amerika'da yaşayan uzak doğuluların durumunu tanımlamak için kullanılan bir argo söylem. Japon göçmenlerin latin dilindeki telaffuz sorunlarından dolayı ''L'' leri ''R'' olarak söylemeleri nedeni ile bu kişilerin yaşadıkları yeni ortamdaki sosyal izolasyonlarını tanımlamakta birebir bence.



Bir uzakdoğulusun, doğduğun yerlerin en akıllısı belki de en el bebek kişisi iken zorunlu olarak gittiğin veya gönderildiğin amerika denen idiotistan'da sadece kültürün ve tipin farklı diye itildiğin duygu durumun resmi feering ronery.




Ego bitirilmiş, bıyık altından gülünerek bir nevi ithal Napoleon muamelesi göre göre nefretle dolmuşsun. Yalnız  buradaki farkı gözden kaçırmamak gerekir, fiziki yalnızlık yoktur ronery'de hatta çok kalabalık bir çevreniz vardır. Ama siz o çevreye ait hissetmessiniz kendinizi. Bu da SONUÇ:  Team America: World Police  filminin inanılmaz soundtrackinden bir parça ve yazının ilham perisi. Chuck Palahniuk ''Pygmy'' de anlayabildiğim kadarı ile (bu konuya daha sonra eğilirim) ronery bişey (insan diyemedim, çünkü o cüce bir savaş tanrısı, in pygmy i trust!)









I'm So Ronery
So ronery
So ronery and sadry arone 
There's no one
Just me onry
Sitting on my rittle throne 
I work rearry hard and make up great prans
But nobody ristens, no one understands
Seems like no one takes me serirousry 
And so I'm ronery
A rittle ronery
Poor rittle me 
There's nobody
I can rerate to
Feel rike a bird in a cage 
It's kinda sihry
But not rearry
Because it's fihring my body with rage 
I'm the smartest most crever most physicarry fit
But nobody else seems to rearize it
When I change the world maybe they'll notice me 
But until then I'rr just be ronery
Rittle ronery, poor rittle me
I'm so ronery