10 Nisan 2010 Cumartesi

Choke, choked, choking, chokable, chokeness...

Yaşamayan bilmez o duyguyu
Tamamen tıkanmış haldeyim
Artık günlük işlerimi etkilemeye başladı
Obsesif-kompulsif miyim diye ciddi anlamda düşünmeye başladım
Kimseyle de paylaşamıyor ki insan
Birisi dese hmmm aslında garip değil hepimiz böyleyiz diye
Yok o da rahatlatmaz beni, yani birileri düşünce yapımı onaylayınca mutlu etmeyecek ki beni
Sadece public confirmed olacak
Ne bileyim yahu, eski günleri özledim
Sadece 1 sene öncede olmak için hayatımın ne kadarını ortaya koyabilirim 
Tam miktarı verecekken oğlum saçmalama ne ettin, başına ne geldi ki böyle diyorsun diyorum
Samimi söylüyorum son 8 ay tam bir kabustu
Bu süreçte işte çok başarılı oldum... galiba
Evde sıkıntım yok
Ama duygual anlamda bittim, ne yaptım hak edecek sorusu kemiriyor aklımı
aslında sanırım yalan söylüyorum şu an
Beni bitiren ne gerek vardı bunlara ve acaba düzelir mi?
Yemin ettim düzeltmek için birşey yapmıyacağıma çok istesem de
Yeminimi ilk defa bozmamak için hergün yeni yeminler etme ihtiyacım oluyor
Öyle iğrenç bir akıl oyunu içindeyim ki
Ya karşı taraf ta seninle aynı duygular içinde ama yemin ettiyse diyor
Pıfff içinden çıkamadıkça bu dehlizin
Nefesim tıkanıyor
Sonuç: gidip içmem lazım

19 Mart 2010 Cuma

Sabit

Bazen verdiğiniz emek, yaptığınız şeyler gösterdiğiniz çaba bir işe yaramıyor. Sizce yarasa da yahut öyle düşünmek iyi gelse de gerçekler kötü çarpıyor insanın suratına.
Yakın zamanda önemli bir sınavım var. Benim geleceğimde resmen bir dönüm noktası. Kimse belli etmese de biliyorum ki herkes kazanmamı bekliyor. Elimden geleni yapıyorum. Nefret ederim bahardan bir yorgunluk gelir başım ağrır vs vs. Bu sınav da malesef bahar aylarına geldi ama elden ne gelir ki. Neyse neden üzüldüm...
Babamla konuştuk dün. Oradan buradan derken oğlum o sınavı sana yedirmezler, siyaseten yenilirsin o yüzden çok umutlanıp sonra üzülme dedi. Ben de farkındayım bazı şeylerin ama ne bileyim kişi konduramıyor, yok yok olmaz öyle şey hakkım bu benim tiyatrosunun başrolunü veremiyor kimseye
Bakalım neler olacak, az kaldı şurada 2 hafta falan var. Gene kafam duman, ders var ya çalışılması gereken nerede gereksiz kuruntu var beynim didiklemeye başladı. Tamam sorunlu bir yapım var ama artık bunalmaya başladım. Geçer bunların hepsi düşüncesi neredeyse hayal oldu bana. Geçmiyor işte rahatlayamıyorum atamıyorum kafamdan. Çabalarım başta evet sen doğrusunu yaptınken gerizekalı sen ne ettin haline gelmeye başladı.
Kısacası üzgün, kırgın, pişman en önemlisi de bu aralar zayıfım. Bahar ya...

21 Şubat 2010 Pazar

Hayat bu işte!

Nefret ediyorum bana:'' her işin iyi, süper mesleğin var, harika bir evliliğin var, ailen dillere destan vs vs'' denince. Evet doğrusunuz, zaten beni üzgün yapan da bu...

Herşey tam, fakat neden bu sıkıntım o zaman. Neden bu kadar takıntılıyım. Hayır obsesif kompulsif takıntılar değil bunlar. Kafam değişik çalışıyor işte. Üzülecek birşey mutlaka buluyorum. Depresyon mu dediniz? Yok öyle de değil. Bir değersizlik hissim, başarısızlık hissim falan yok. Daha çok kronik melankoli mi demeli bulamadım. Üzülüyorum durduk yere, ona, şuna, ötekine...

Bazen bir filme, bazen bir hastama, bazen tanımadığım herkese. Birşey yapmak zorundaymışım gibi geliyor. Ama eyleme geçince dönme şansın yok, dahil olduğun zaman o soruna içerisindesin artık. Tamam ona da varım. Sonra ne oluyor, sıkı durun kendi kendimi yemeye başlıyorum. Sana ne ki? Şimdi bulaştın bu işe ya yarın senin de çözemiyeceğin hale gelirse? O zaman ya senden beklerlerse çözümü? Ya yetersiz kalırsan? Bir de diğer sorunlar var soruyorum kendime'' çok mu takdir edilmeye ihtiyacın var? sevilmek için takınılan bir rol mü yaptığın?'' Sahtekar mıyım? İçimden gelerek yapmıyor muyum tüm bunları!

Benim sorunum çok! Alıştım mücadele etmeye kendi hayali sıkıntılarımla. Ama dayanamadığım şey başta da söyledim'' hayat sana güzel'' denmesi. Değil! Hayat bana güzel değil. Çünkü siz üzüldüğünüz zaman başkaları ile paylaşacak sorunlarınız var, sebepleriniz var. Benim yok, benim kimseye açıklayabilecek sıkıntım yok. Bunları da sırf ileride belki düzelir, bunlara bakar ve vay be ne kadar değişti herşey deme umuduyla yazıyorum. Bu da sahtekarca geldi şimdi. Belki de sebepsiz yazıyorum. Sebepsiz hiçbir şey yapılamaz mı? İyilik, kötülük, yazma eylemi ...

Mutlaka bir nedeni olmalı değil mi eylemin? Nedeni yaratan etken de hep bir amaç olmalı... Benim, tamam kabul ediyorum diyelim gizli planlarım var ve ondan uğraşıyorum ıvırla zıvırla peki bu yazma işlemindeki gizli amacım ne? Vicdan desem, ulan kötü birşey hayatta yapmadım ki ben neyin vicdanı! Bilmiyorum, bulamıyorum. Yıllar geçti, hayatımı tüketti bu sorular benim.

Ne diyelim ''Hayat bu işte''

14 Şubat 2010 Pazar

Nereden çıktı şimdi?

Bizim İzlandalı çıktı geçen karşıma şans eseri. Başbakan vardı hani. Ne diyeceğimi bilemedim. Durdum öyle. Çünkü dedim ya yemin ettim, ilk adım atan olmayacağıma.
Ortak arkadaşımız vardı benim yanımda. Onlar sohbet etti ayak üstü biz böyle bir durduk iki yabancı gibi. Sonra durdu ve nasılsın? dedi. Ben de teşekkür ederim. sen?
Durum böyle olunca aslında uzun zamandır ilk defa sözümü tuttuğum için bir nevi rahatlama da oldu bende. Ancak çok rahatsız olduğum bir mesaj aldım geçen. Mesaj dediğim text mesaj değil. Böyle arayıp bulunan mesaj. Ama durum öyle olunca üzerine alınmalı mısın alınmamalı mısın, belli değil. Üzerime alınsam İzlandalı diyor ki lütfen koyverme, üzerine alınmazsan ne diyor anlamadım. Ama üzerime alınmak hoşuma gidiyor.
Karışık.

Detay için: izlandayı bana düşman eden çapkın

29 Ocak 2010 Cuma

Avatarism mi Na'vism mi?

Bu navi arkadaşlar pek bir sevildi. Bu filmlerde gösterilen ütopyaların hep distopyalara dönüşmesi ile ilgili. Hayallerdir kişiyi mücadeleye iten o gücü veren. Film belki de burda gıdıkladı yalnız kalpleri. Distopya değil etopya vardı bu sefer. Ben de pek sevdim. En çok da ağacı sevdim.


Na'vi dili pek hoş. Yaratıcısına göre doğu dilleri, çince, pers dili ve aborjin dillerinden temalar içeren orjinal bir dilmiş kendileri. Çok da güzel bir özelliği varmış; kendileri küfür veya kötü söz içermemekte.

Bir na'vi kızarsa en fazla Pxasìk yani screw it no way dermiş. Nga yawne lu oer ise seviyorum şekerim seni.

Bir daha yurt dışına çıkarsam Navistan'a gideceğim. Yeşil pasaport da verdiler bana, vize de yok:) Oradan da gereksiz insanlar defolistan cumhuriyetine uğrarım ooohhh.

21 Ocak 2010 Perşembe

Formspring.me moda ya!

Takip ettiğim bir blogger yazmış bu soruları.
Hoşuma gitti ve cevapladım.
Hepimizin aklına gelen ama düşünüp, cevabını kayıt altına almadığımız sorular bunlar.

- eğer bir radyo programı yapsaydınız içeriği ne olurdu?
Kesinlikle gün içerisinde yaşadığım olaylar aklıma hangi şarkıyı getiriyorsa azıcık o olaydan bahsedip aklıma gelen şarkıyı çaldığım bir müzik programı olurdu.




- tekrar üniversiteye gitme şansınız olsa hangi bölümde okurdunuz?
Gene tıp okur, ama ihtisasta cerrahi değil Fizik Tedavi veya daha da tiksinçleşeyim Cildiye seçerdim




- eğer gazeteci olsanız hangi gazetede yazardınız?
Mahalli beni okuyanların beni tanıdığı bir gazete


- adınızı seçecek olsanız hangi adı seçerdiniz?
Selim. Annem hırçınlığımızı ismimizden aldığımızı ve eğer şimdiki aklı olsa abime Halim bana da Selim adını koyacağını söyler


- arkadaşlarınızdan hangisi ile tanışmamış olmayı isterdiniz?
pas, yemedi cevap vermek

- anneniz aynı ama babanız farklı biri olsaydı hayatınız nasıl olurdu? ya da tam tersi...
Babam farklı biri olsa bu kadar dediği dinlenen, mantıklı biri olmazdım
Annem farklı biri olsa bu kadar duygusal, sulu göz biri olmazdım



- erkek kardeşiniz değil de kız kardeşiniz olsaydı hayatınız nasıl olurdu? ya da tam tersi...
Kız kardeşim olsa sanırım dünyanın en iyi abisi olurdum. En azından denerdim. Karım sen dünyanın en iyi abisi olurmuşsun diyor ama onun objektifliğine tam güvenemiyorum. Ama ne bileyim severdim, desteklerdim hep. Daha çok yazardım ama abime ayıp olur




16 Ocak 2010 Cumartesi

Kanat

Bugün canım kanat yemek istedi. Öyle olunca da düşündüm en son ne zaman yediğimi. Çok fanatik bir kanatçıyım bu arada. Eskiden bu kadar güzel yapamıyorlardı. Artık sos ve sunum desteği ile inanılmaz lezzetler elde ediyorlar. Benim şimdiye kadar denediğim yerler, Bakırköy tarafında Haydar, Kozyatağı tarafında Atatürk veya İnönü caddesi girişinde adını hatırlamadığım bir yer, Sarıyer'de bir petrolün yanından girince bir yer, Kanatçı adını taşıyan bilimum yerler vs vs(Londra, York, Manchester, Edinburgh...).


Adını hatırlamıyacağım kadar çok yerde kanat yedim, sebebi bulduğum lezzetin daha üstünün olup olmadığı sorusuydu. Benim için bu branşta lezzetin ulaştığı son nokta Bi buçuk'tur. Gerek hizmeti olsun, gerek lezzeti Ankara'dan gelen kankaların da bir numarası oldu. Bu ara sanırım bakım nedeni ile caddenin aşağısına gitmesi benim de baş uyuz olmam, mekanları kafamda kaldıkları gibi yaşatma isteğimden olacak ihmal ettim keratayı.



Kimsede var mıdır benim sapıklığım bilemiyorum (eşim diyor sapıklık diye), çok ama çok seversem bir yemeği, filmi,şarkıyı onu kimseyle paylaşamam, bencillikten değil. Çok sevip birilerine tavsiye edip, o kişiden hmmm ne bileyim gittik ama çok da sevmedik, dinledik ama bizi açmadı, seyrettik ama çok bayıktı geri dönüşü aldığımda ÇILDIRIYORUM. Hayır eleştirilmez olduğumdan değil, ama bak ben seni değerli görmüşüm şurada şöyle bir yer var ben çok beğendim felan demişim. Sana kimse zorla git demedi ki (kimseye öneride bulunmam bu tip konularda ben beğendim derim sadece). Sonra gelmişsin bana hmmm ıghhh beğenmedik. Tamam da neyi? Sen bana onu söyle de bir daha ben de dikkat edeyim. Nesini beğenmedin şeker? Yooo öyle özelliği yoktu yani ne biliim, sarmadı beni!!!! ULANNN SARARIMMM SENİİ. Bana birisi deseki X bişeyi çok sevdim. Seninle de paylaştım bunu. X i mutlaka fırsatım olunca dener, beğenirsem tavsiye edene arar teşekkür ederim, beğenmezsem de X neden bunu beğenmiş olabilir diye düşünüp karşılaştığımızda evet gittim hoştu diye başlayıp onun beğenmesine sebep olmuş olacak şeyleri sayıp, beni uzaklaştıran şeyleri de yalnız şurası şöyle olsaymış tadından yenmezmiş derim. Biri bana böyle davransa neden sapıklaşayım seve seve her güzelliğimi paylaşırım.
Temelde bana göre sorun artık kişiler çok kaba, lafları nereye gidiyor ne anlaşılıyor umursamıyorlar. Belki de toplum böyle. Ama ben de o toplumda yaşamımı devam ettiriyorum. Hakkım yok mu ben size nasıl davranıyorsam az da olsa karşılığını görmeye. Ne bileyim öyle işte.
Ben gideyim Bi Buçuk'ta alayım acılı 24 parça, soğan halkası, patates kızartmamı, yanına da Corona, takayım kulağıma ipod, ''Let Down'' dinleyeyim:


ONE DAY YOU'RE GONNA GROW WİNGS
A CHEMİCAL REACTİON
HYSTERİCAL BUT DON'T THİNK USELESS
COZ I WİLL CUT BOTH OF THEM AND EAT

11 Ocak 2010 Pazartesi

Dahiler ve aşkları! Kim dahi, aşk ne kafam karıştı.

Ankara'dan gelirken aman İstanbul'da mesafeler uzun benzine çok para harcarsınız, park yeri sorun yer bulamazsınız dediler, kanımıza girdiler ve arabayı değiştirdik. Ben o dönemde Ankara'da kalacağımdan bir süre daha, C. de burada yalnız kalacağından Honda Jazz aldık ona.
Plan 2. el bir dizel corsa iken ne ara ağzımdan girdi burnumdan çıktı ve sıfır Jazz' ı aldık. Çok iyi araba çıktı Jazz. Mondeo vardı önceden. Ondan sonra bir tipi gidişi garip geldi ama gerçekten Japon yapmış. Sıkıntı yaratmadı. Son bir senedir ben de buradayım diye değiştrmeyi kafaya koydu bizimki. Ne alalım ne ile değiştirelim derken hiç aklımızda olmayan bir araba aldık.
Aklımızdan geçenin çok ötesinde bir şeyi hanım gene alladı pulladı ''böyle alt dudak sarkık, gözler ürkek, benim hep hayalimdi kocacımm'' diye diye bir anlık boşluğumla mantıklı geldi bana da:) Ama çalıştığı hastanede park yeri doktorların hepsi bisikletle gelir hesabı ile yapılmış durumda. Karşıya gidiyor hergün. Jazz da çok sallamıyordum arabayla öne arkaya vura vura giriyordu. Söz verdi 50 defa buna yapmıyacağım. Sen deli misin, olur mu hiç o araçla öyle park felan dedi. Hatta alalım diye bu arabayı hastaneye bırakmam arkada özel otopark var konuştum oraya bırakacağım dedi. Tam 6 ay oldu bu sözler verileli.
Haftasonu Kozyatağı Bauhaus'da yanında benim olduğumu unuttu veya artık beni sallamadığının deklarasyonu mu oldu anlamadım, geri geri gitti inmeye mi üşendi anlamadım alışveriş arabası ile top oynar gibi oynayarak ittirdi arabayla kenara. Sonra da boşalttığı alana girdi. Bende gözler faltaşı, C. iner ben çekerdim yazık değil mi arabaya deyince, döndü ve ölümcül cevabı verdi:
Sana yazık değil mi? Bu yağmurda inip çekeceksin, onu orada bırakanın ayıbı kocacimmm. Ne diyebilirim ki:)
Şu sıralar Dahiler ve Aşklarını okuyorum. Ondan da bahsederim daha sonra. En dahi olarak sunulanlar bile ne hallere düşmüşler kadınların ellerinde. İşin garibi öyle bir dehaları var  ki, doğuştan bezeli oldukları... Söyledikleri dünyanın en mantıksız şeyi de olsa o an için akıllıca geliyor size. Eşleri eş yapan en olmadık anda, en ihtiyacınız olanı söylemeleri sanırım.
Sen 39 derece ateşle allem et kullem et bak sen de açılırsın gel bir dolap alalım kitapların çekmecelerde sürünüyor de, hasta hasta beni bauhausa götür. Sonra aman üşürsün de arabadan indirme, sağa sola çarpa çarpa park et. Bauhausa girecekken burası çok kalabalık hafta içi ikeadan alırız kütüphaneyi de ve eve yargıcı da indirim varmış aaaa süper şeyler de var diyerek 2 gömlek ve 1 kazakla dön.

10 Ocak 2010 Pazar

Conscience & Conscious

Sıradan bir gün değil! Yine sapıtmaya başlayacak gibiyim. Bu sefer olmaz. Ağzımın payını çok sağlam aldım son sefer. Artık eskisi gibi yaklaşamıyorum olaylara.
Eski ben ani çözümü savunurdu. Sorunu erken tanı. Hislerine güven. Problemi ortaya koy, çözüm seçeneklerini kafanda planla. Git sorunla yüzleş, çözüm seçeneklerini önüne koy ve ÇÖZ! Bu nedenle cerrah oldum ben. Uğraşamam süreğen sıkıntılarla. Kesip atmalı sıkıntı yaratanı, hayati ise kesilip atılamıyacak kadar,  tamir et, fonksiyonel hale getir. Cerrahi bu değil mi zaten? Karakterim mesleğimi belirledi.
Şimdi ise geçirdiğim zor 6 ay sonrası değiştim. Bu iyi mi oldu kötü mü kafam çok karışık. Alışık olduğum yol hep beni çukura soktu 6 aydır. Aldı aldı vurdu beni yere. Kalktım aynı yolu denedim gene güm yere. Şimdi sabit duruyorum. Bekliyorum sadece zaman ne getirecek diye.
Hastalara da yaklaşımım değişti. Daha önce korkak cerrah dediklerim gibi oldum. Bekliyorum. Daha konservatif bir adam oldum. Ama bunun sınırını nasıl bilebilirim ki. Ne zaman doğru an. Geç kalırsam ne olacak. Alışık olmadığım yerler, düşünceler bunlar. Aslında zarar görmüyorum bu halimle, eski halimde çok yaşadım ulan ne gerek vardı az bekleseydin düşüncesini hem sosyal hayatımda hem de meslekte. Ama tersi de doğru çok ilişkimi korudum bu yolla çok hastamı...
Peki seçimi ne belirleyecek. Tecrübe mi? Ne zaman tecrübeli oluyor insan, doğru anı, doğru tercihi biliyor? Yoksa tecrübe dediğimiz şey bunları bilmek değil de sonuçların başarılı olanları alıp sevinmek, kötü olanları bastırıp, yadsıyıp, suçluluk duymamak mı?
Tecrübe zaman geçtikçe insan zihninin suçlulukları, pişmanlıkları bastırma yetisinin artması mı? Bu fikir de üzüyor. Yani aynı hataları hep yapacağım ve yıllar geçtikçe hissizleşecek miyim? Değildir umarım demek istiyorum. Yaşayacaksam acısı ile tatlısı ile, hissederek yaşayacağım demek istiyorum ama gücüm var mı? YOK. Şu an için kesinlikle ama kesinlikle yok. Fakat dondur düğmesi yok ki yaşamın. Her an yeni sorunlar, sıkıntılar, hastalar, komplikasyonlar.
İş hayatı, eş hayatı, aşk hayatı, sosyal hayat. Yok öyle bir tasnif. Hepsi tek. Biri kalbimi kırıyor, veya ben öyle sanıyorum. Sorunu tanımlıyorum. Çözümü buluyorum ve yüzleşince bammm yere. Yooo yok bir sorun denince ben paranoid oluyorum. Ama içimden bir ses var kardeşim diyor. O sesi dinlemek daha mantıklı geliyor. Üzerine gidiyorsun ve ikinci gümm. Çözüm oluyor kör düğüm.
Bu algıyla atıyorsun iç sesini kilere. Bir defol git diyorsun. Eee yansımıyor mu iş hayatına... Yansıyor tabi, bunu opere edelim istersen DMS. Yok abi bir tomo daha çekelim. Bir de Mr mı çektirsek. Emin olalım öyle opere edelim. Belki bu süreçte genel durumu da düzelir. Ya yarın hasta için daha kötü olursa...
Bu noktada ben vicdanen bitiyorum. Prisoner dizisini sevmiyorum işte. Sıkıntı yaratıyor bende.

Kezzabın Olsam Yaksam Seni

Bazı sebepler olmasa ben sana daha neler anlatırdım. Umarım bir şekilde bir blog yazında falan rastlarım da sana kucaklarım sıkı sıkı. Adamın yerinde rol çalmak istemiyorum, ondan uzatmadım ama kızıyorum özensizliğe.

Gidiyowmusun, sende gel bende geleyiwmki heğ şey şhok güzel olsun, 

Bu ne lan! Böyle yazmak için ben iki saat düşünüyorum. Aynı ilkokul müfredatı değil mi okuduğumuz? Lakin eski sarkastik formuma yavaş yavaş yaklaştığımı hissetmekteyim.

Bu herif ciddiye alıp kurmasa Renton'lu Spud'lı grubu. Bir de buluyormuş bir milyonu:) O zaman bittim işte.

8 Ocak 2010 Cuma

Sara Lov, Çeşme çeşme, aynıyız biz... Sen suylasın ve ben acıyla






Fountain, fountain 
We are the same
Fountain, fountain
We are the same
You with the water, and me with the pain
Turning it over again and again


Don't you wish you could throw your pennies back at them?
Don't you wish you could throw your pennies back at them
Back at them
At them


Fountain, Fountain
We are the same
Fountain, Fountain
We are the same


All that anyone ever has for you
Are the things you reflect back to them


Don't you wish you could throw your pennies back at them?
Don't you wish you could throw your pennies back at them?
Back at them
At them


Fountain, fountain
We are the same
Fountain, fountain
We are the same


It is so beautiful how you remain 


The Fountain (imdb için tıkla)







Video klipte kurt başlıklı kız ben seni daha yeni gördüm.
Ne güzel filmdi... Küçük dünyalarda büyük şeylerden bahsetmek demiş birisi ne güzel tanımlamış.


PJ Harvey- Fountain


stand
under
fountain
cool skin
wash clean
wash him
from me
along comes wind
a big bone-shaker
blows off my clothes
completely naked
what to do
when everything
has left you?


out of the blue
it is he
a vision to me
bearing leaves
petals green
covers me
in all my shame
hand in hand
he's my big man
stays with me
some forty days
no words 
then goes away





Dahiler ve aşkları

Şu sıralar bu kitabı okuma gafletinde bulunuyorum. O kadar promilim yüksek ki şu an her cümleyi on defa felan okuyup düzeltiyorum. Defolun gidin hayatımdan pis öcüler. Neler getiriyorsanız aklıma alın götürün gerçekten dayanacak gücüm kalmadı. Tükendim! Her çabamda daha iyi hissedeceğimi umuyorm elli defa düşünüyorum ve sonuç ortada anathema dan regret...
Gerçekten şaşırdım ne yapacağımı. Düşünmeye son vermek için elimden gelen herşeyi yapıyorum ama yok her sabah hayaletinle uyanıyorum. Neden??? Alışık değilim ben küslüklere, sabah kırılsam öğlene affederim ben ama seninle olmadı olamadı. Sana aşkımdan değil 50 defa söyledim: tek bilmek istediğim sebebi. Ama zor değil mi? Zor buna cevap vermek, gurur var tabi! Sende var bir tek  o...Bizde yok o duygu.
Elli defa ayaklar altına aldım o duyguyu ben, bir söz için. Kusura bakmayın abi, ben sanırım biraz kırdım sizi! Çok mu zordu be... Çok mu zordu abi yanlış anladınız beni, sakın öyle düşünmeyin demek? Çok mu zordu paranoyak dünyamdan tohumlarını uzak tutmak ha? Çok mu zordu, biraz özen göstermek? Zordu tabi çok zordu. Bugün gördüm seni. Çok ağır gelirdi sana, benim gibi gereksiz birini mutlu etmek. Ama senin yüzünü gülerken gördüm ya bugün... Dedim en azından mutsuz etmedim onu. Bazen bencillik edip ben üzüldüysem keşke o da üzülse desem de aslında öyle değil. Nasıl olsa bunu okuma şansın yok. Ama ben seni istemesem de bir şekilde takip etmek zoruna kalıyorum VE YÜZÜNÜ GÜLÜMSER GÖRÜNCE ÜZÜLSEM Mİ SEVİNSEM Mİ BİLEMİYORUM...

5 Ocak 2010 Salı

Kimse kimsenin hayallerini...

Sabah sabah bunaldım. Dün çok güzel başlayan, güzel giden, akşama doğru mutluluğuma mutluluk katan fakat kişilerin rutinlerini aşamayacaklarını inadına inadına gözüme gözüme sokmaya çalışan gizli gücün etkisi ile felakete dönüşen bir gün oldu. Artık neden diye sormayı da bıraktım. Şimdi yanlış da anlaşılmasın ben burada yazarken genelde başkasının gözüyle de okumaya çalışıyorum çok değişik algılanabilirim. Özel hayatımda sorun yaşayan birisi değilim sadece etrafımdaki değer verdiklerimin sorunlarını sanırım fazla içselleştirme gibi bir özürle donatılmış bünyeye sahibim. Bir arkadaşım son zamanlarda çok sıkıntı çekti. Çok üzüldü. Benden de saklıyordu ama deşe deşe öğrendim ve ben şahidim ki sorununu çözmek için elinden gelen herşeyi yaptı. Yüzüp yüzüp kuyruğuna gelirsin ya dün tam öyleydi. Onları görünce vayy be dedim demek ki bazen emekler karşılıksız kalmıyormuş. Gurur duydum gizliden gizliye. Bak iyi ki bu herifin abisisin diye. Saat 8'de gerçeklerle yüzleştik hep beraber. Şu anda sorunu eskisinin 1000 katı. O kadar emeğinin heba olduğunu düşünüyor. Sesi titriyor konuşurken. Ve aslında dile getirmeyip düzelir oğlum sakin ol desem de biliyorum ki işler 1 ay önceden bile daha sarpa sardı. Yahu bu nasıl bir saçmalık. Göremiyor mu insanlar kendilerine verilen değeri, algı bu kadar mı körleşiyor. Bu duygu kötürümleriyle aynı havayı solumak tüketiyor beni. Ne suçu var o çocuğun ne hakkınız var ona daha 29 yaşında emek ver ver ama sonunda işler daha bok oluru kafasına vura vura eze eze yüreğini ezberletmeye.
Ben mi niye çıldırdım. Çünkü gece 12 de bana bu muydu karşılığı be abi dediğinde, yalan söyledim gözünün içine baka. 10 sene sonra geriye bakınca ben elimden gelen herşeyi yapmıştım demessen sırtında kamburu hissedersin dedim. Sen doğru olanı yaptın dedim. Diyemedim ömrü boyunca o çalınmış umutlarının sırtını değil kalbini ezeceğini.

Onu üzmemek için değil belki de kendime kıyamadım...

2 Ocak 2010 Cumartesi

Empire of the sun ve kulak temizliği

Hava kötü, içimiz daraldı...

İyi müzik gibisi yok böyle zamanlarda. Eskiden sevdiğim şeyleri çok paylaşmazdım, şimdi de aslına bakacak olursanız değişen yok:)
Buyrun kulak temizliğine






We can remember
Swimmin' in december
Headin' for the city lights
In nine' seven' -five

We share in each other
Nearer than farther
The scent of lemon
Drips from your eyes

We are the people that rule the world
A force running in every boy and girl
All rejoicing in the world
Take me now
We can try

We lived an adventure
Love in the summer
Followed the sun 'til night
Reminiscing other times of life

For each every other
The feeling was stronger
The shock hit eleven
We got lost in our eyes

REFRAIN:
I can't do well when I think you’re gonna leave but I know I try
Are you gonna leave me now
Can’t you be believin' now
(repeat)

Can you remember the human life
It was still where we’d energize
Lie in the sand and visualize
Like it's '75 again

We are the people that rule the world
A force running in every boy and girl
All rejoicing in the world
Take me now
We can try

REFRAIN...

I know everything about you
You know everything about me
We know everything about us
(repeat)

REFRAIN...



BÖYLE KÖTÜ GÜNLERDE GÖZLERİNİ KAPATIP GÜZEL ŞEYLERİ
 HATIRLARSIN VE 
YANAKLARIN ISINIR BÖYLE
 SAÇMA SAÇMA KENDİ KENDİNE
 GÜLÜMSERSİN YA...

Deluks edisyonda 1 tane boş yok. İyi dinlemeler

1 Ocak 2010 Cuma

Pipilotti Rist ve wicked game







voglio bevere

30 Aralık 2009 Çarşamba

Varsa bir plan kimsenin anlamadığı...









Precious and fragile things
Need special handling
My God what have we done to You?
If God has a master plan
That only He understands:
I hope it's Your eyes He's seeing through




28 Aralık 2009 Pazartesi

Kendime çok defalar söyledim ''Neden hiç öğrenemedin şu ağzını kapalı tutmayı?''






Annie Lennox-Why Çeviri
Kaç defa anlatmaya uğraşmam gerekiyor
tüm yaptıklarım için üzgün olduğumu
Fakat ne zaman başlasam anlatmaya çalışmaya
O andır senin bana söylemen gereken
Hey...bu tip sıkıntılar daha yeni başladı
Kendime çok defalar söyledim
Neden hiç öğrenemedin şu koca ağzını kapalı tutmayı
Bu nedenle çok acıtıyor bu sözleri duymak
Sözler ağzından dökülmeye devam eden
Ağzından dökülen
Ağzından dökülen
Söyle bana
Neden
Neden


Çıldırmış olabilirim
Kör olmuş olabilirim
Ahlaksızca kabalaşmış olabilirim
Fakat hala okuyabiliyorum aklından geçenleri
Ve duydum birçok defa söylendiğini
Keşke hiç olmasaydın diye


Ayrıca...
Neden göremiyorsun bu geminin battığını
Hadi suyun kenarına inelim
Bu şüpheleri fırlatıp atabiliriz
Bazı şeyler hiç söylenmeden daha güzel
Fakat hala beni alt üst ediyorlar
Alt üst ediyorlar, alt üst ediyorlar
Söyle bana...
Neden
Anlat bana...
Neden


Bu benim hiç okumadığım bir kitap
Bunlar hiç söylemediğim sözler
Bu hiç yürümediğim bir patika
Bu rüyalar aslında görmek isteyeceklerim
Bu rastgele yayılan bir keyif
Bunlar gözyaşları
Döktüğümüz gözyaşları
Bu korku
Bu dehşet
Bunlar aklımdan geçenler
Ve bu yıllar harcadığımız yıllar
Ve bunlar bana ifade ettikleri
Ve hissettiğim bu
Biliyor musun nasıl hissettiğimi
çünkü sanmıyorum neler hissettiğimi bildiğini
Sanmıyorum bildiğini neler hissettiğimi
Sanmıyorum bildiğini korktuğum şeyi
Bilmiyorsun korktuğum şeyi





27 Aralık 2009 Pazar

Paranoid Demokrasi ve İzlanda'yı bana düşman eden çapkın

Kendinizi hiç 2. sınıf bir devlet gibi hissettiğiniz oluyor mu? Bugün ben yine daldım gittim: acaba bir devlet olsam, beyin hücrelerim de millet. Çok darbe olan, habire isyan çıkan, günü yaşayan fakat geçmişi hatırlayınca ''dün dündür bugün bugün'' diye şakıyan millete sahip bir Güney Amerika ülkesi olurdu heralde yansımam. Oraya kadar gitmene gerek yok diyor mesela şu an (m)illetimin bir kısmı.

Önce bir mizansen geldi aklıma. Amerika'dan yardım istemeye giden, iyi niyetlerimizi, ittifağımızın gerekliliğini söylemeyi düşünen devlet başkanıyım mesela. Tüm bunlar milletim için. Onların geleceği için, tek tek bireyler farkında değil belki, onlar resmin tamamını göremiyor belki ama bu bir gereklilik. Böyle olayların hızla değiştiği bir ortamda yalnızlaşmamak için uluslararası arenada yönettiğim devlet adına sorumluluk alıp kararlar vermem gerekiyor. Amerika devlet başkanıyla randevuya gidiyorum ve başkan beni yanına almıyor veya almıyor değil de çok sallamıyor. Bu arada milletimle aramda böyle twitter tarzı bir iletişim var, real-time izliyorlar olayları mesela, kapalı kapılar ardında neler oluyor gibi bir şey yokmuş mesela.

Hemen sesler yükselmeye başlıyor. Çık git oradan, dön başkana ''adam mısın lan sen!'' de. Vur kapıyı suratına. Diğer sesler de geliyor arada iyi de kardeşim adama artistlik yapmaya ne gerek var. Sen gittin ayağına, sen istedin iyi niyet belirtmeyi sana durup dururken davet yollamadı ki bunlar! Gel de bizi sevdiğini, dostumuz olduğunu söyle diye yalvardılar mı? Başka bir ne üdüğü belirsiz vatandaş ta yahu sen bunları dinleme aslında yok öyle tepkiler vatandaştan. Yandaş medya işi bunlar diyor.






Demokrasi işte burada nalıncı keseri gibi. Sesi çok çıkanın, çoğunluğun sistemi değil demokrasi deyiveriyor daha üst tondan gelen bir tepki (MGK?). Şimdi başbakan olmuşsun amacın sadece huzur ve refah içinde yaşamak. Ama hangi kararı vereceksin? Senin gönlünden geçeni mi? Mantık dediğimiz kaynağı belirsiz, sana dayatılan ve hep amacı etrafta güçlü olanların takdirini toplamaya yönelik olan sesi mi? Yoksa paranoid psikozun sesini mi? Aldanma aldanma bunların tamamının senin kontrolunde olmayan sorumluları var, sen ne yaparsan hangi yolu seçersen seç sonuç gene senin kontrolün dışında onların istediği gibi olacak diye sessiz ama derinden gelen bazen mır mır bazen ciyak ciyak sesi mi?




Yalnız veya yalnız demeyelim ayıp olur komşu ülkelere fazla dostu olmayan,  az dost canlısı bir ülkeyim ben. Fakat öyle anlar geliyor ki ne bileyim bir UN, bir EU üyesi olmasam da, ihtiyaç duyuyorum bazı paktlara. Ve pakt üyeleri kim olacak seçemiyorsun ki. Bir bakıyorsun hiç alakan olmayacağını düşündüğün bir ülke çok ama çok yakın geliyor kültürü ile toplumsal alışkanlıklarıyla sana. Gidiyorsun ziyarete tüm iyi niyetini göstermeye. Çok ama çok mutlusun çünkü özlemişsin seslerin ulaşamadığı, milletin kafanın etini yemeyeceği bir ziyaret olduğu için. Yanına yok savunma bakanı, yok ticaret müsteşarı almamışsın, çünkü ihtiyaç yok onlara. Fakat nedendir bilinmez karşı devlet başkanı bahaneler uyduruyor sana. Sekreteri çıkıyor yarın kabul edecek sizi, bugün hasta, aaaa diyorsunuz vah vah çok üzülüyorsunuz. Ertesi gün bla bla. Bu arada geçen zaman yavaş yavaş sesleri çağırıyor. Başlıyor MGK, susmuyor muhalefet, ediyor ağzına basın.

Boynun bükük dönüyorsun ülkene. Ama şimdi sen de insansın gurur var, milletinin öz saygısı var. Hadi G8 ülkelerinde bu muameleyi görünce bi alışkanlık bir duyarsızlaşma var onların bu tavırlarına ama örnek olsun diye söylüyorum ne gerek var İzlanda'ya gidip boynun bükük dönmeye. Ya sayıp söveceksin İzlanda'yı kınıyorum ayıp ulan senin ettiğin biz de seni delikanlı bilirdik diye yahut aklına gelecek güzel anılar; dostluk maçında olanlar ne güzeldi maç sonrası gittiniz sami yenden boğaza rakı içirdin heriflerin başbakanına sohbet ettiniz hobilerinizden, görüşelim mutlaka dediniz gülmediniz hiçbir resmi heyet toplantısında bu kadar. Maç sonrası bu olayları yansıtan basını takip eden bir kısım vatandaş mesaj yağmuruna tutar seni o etti sen etme, vardır bir sıkıntısı araştır bulursun neden böyle yaptığını, belki Rusya tehdit etti sakın onlara iyi davranma nükleer bomba manyağı yaparım seni diye (bir yandan da MGK rapor verir yok be ne bombası rusya ne etsin satılığa çıkmış gariban izlandayı da bombalasın). O zaman saçma bilgi kirliliği başlar. Yok efendim izlanda devlet başkanının karısı lisede bir vatandaşımıza aşık olmuş da kızı yüz üstü bırakmış bizimki kız da zor toparlanmış ''bu ırka güven olmaz satıverirler adamı'' mottosuyla atlatmış bu travmayı, kocasına baskı yapmış ya o devletle ilişkini kesersin yahut alırım çocukları giderim anamın evine diye.

O kadar çok bilgi gelir ki isimsiz mektuplarla vatandaştan neye inanacağını bilemez pısar kalırsın tepki veremeden. Ne gerek vardı o maça, o eğlenceye der durursun. Adama da bok atmaz attırmazsın ama, gururunu böyle kollarsın belki de çünkü sana yaptığı kabalığın bir sebebi olması fikri rahatlatır ancak seni. Dışişleri bakanın der gideyim ben bir bakanıyla görüşeyim belki size yansıtamadığı birşey vardır ondan böyle yapmıştır diye. Kesip atarsın orada ''hayırrr''. Gerek yok gitmeye bir daha ayağına. Dışişleri bakanın da aynı muameleye maruz kalırsa. O zaman nasıl toparlanır bu ülke kalkar ayağa tekrar. Bu risk alınamaz (bu kararı verirken medyada çatlak sesler vardır, belki de dışişleri çözerdi bu konuyu bu kadar katı olmaya ne gerek var!!!).


Zamanla yadsırsın bu olayı. Ama geldikçe aklına (örn: sayın başbakanım teroristlerin İZini sürüyoruz, veya LANDa Rover jip görünce yolda) üzülür geçersin köşkteki en sakin odaya yakarsın bir sigara, koyarsın bir kadeh:




tebessüm eder bir yanın ''ulan bizim vatandaş nereden gitmiş bulmuş da nefret ettirmiş kızı bizden taaa izlandalarda....
ağlar öteki tarafın belki de başkan gerçekten hastaydı, ondan görüşmedi neden bu kadar büyüdü bu olay diye...
Ama en acısı da düşünmek ''izlanda halkı da umursuyor mudur acaba bizim kadar bu olanları???''


Not: bu yazı the foot fist way filmi seyredilirken Fred Simmons için yazılmıştır

22 Aralık 2009 Salı

Ara sıra değişiklik lazım, alışveriş eziyeti ve güncesi





Haftasonu alışverişle geçti. Hayatta en sevmediğim şey diyebilirim. Ama mecburiyet. Benim alışverişimi başkası yapmalı. Bak bu güzel al dene, bu yakıştı, tamam sen bunu al şeklinde. Ben sadece ödemeyi yapayım. O zaman bayılıyorum mağaza gezmeye. Bu kötü alışkanlığa annemdir tek sebep, fazla tembel yetiştirdi bizi bu konuda. Erkek çocuklar böyle oluyor da diyemeyiz çünkü 2 yakın arkadaşım var, adamları bıraksan sabaha kadar kıyafet deneyip, sıkılmadan gezebiliyorlar. Bir de gaz veriyor adamlar (oğlanlar) birbirine senin rengin haki, olum bak bu markanın kesimi sende iyi duruyor diye. Uzaylı gibi bakıyorum bunlara ama benim ihtiyaçları da sayelerinde çıkarıyorum aradan. Daha doğrusu çıkarıyordum demeliyim, çünkü onlar Ankara'da ve ben anca 2-3 ayda bir gidebiliyorum yoğunluktan. Bu sebeple iş başa kaldı ve gezdim haftasonu sağı solu ve bu değişik tecrübeyi (benim için) paylaşayım istedim.



1. AVM ler sanırım havalar soğudu diye tıklım tıklım. Belki de yılbaşı indirimleri sebebiyledir. Paladiuma gidiş tam bir eziyet oldu cumartesi akşam. Trafiği aşıp varmak koşuyolundan 1 saat sürdü. Durum Kozyatağı Karfur, Kadıköy Tepe Natilyus, Optimum ve Kapitol (yine en rahatı kapitol) için de aynı sayılır.


2. Amacım parfüm, gömlek, pofuduk yelek, müzik cd almaktı. Plan ve programımı yaptım ve başladım gezmeye. Cuma günü Gant ve Gap'te pofuduk baktım ama istediğim gibi bulamadım. Renkleri kalmamıştı ve pek fason duruyorlardı. Pofuduk yeleği (bu ismi ben uydurdum ne dendiğini bilmiyorum yelek mont alternatif isim olabilir) tommy'den aldım. 419 dan 200!e düştüğünü iddia ettiler bu iddialarını etikete de yazmışlar. Bunu 400 verip alıp giyen olmuş mudur diye düşünmeden edemedim. Taba ( tezgahtar söylemese bana göre o renk çırçır sarısı veya açık sarı ama kahveye çalan derdim) rengi ve orjinal bir renk. Tipi de güzel. Tek defekti (bizim oğlanlardan öğrendiğim taktiklerle böyle anlarmış gibi etiketine bakıyorum sağını solunu elimle pırt pırt sürtüp annemler gibi satış görevlisine bakıp yeri de fena değilmiş felan demeler baya güldüm içimden ama heyecanlanıp sırıtışım belli olur diye kızardım baya, sonra da kızarmamdan adamlar nemlenip bu herif ne iş diye düşünürler mi diye takıntılanıp daha da kızardım)  parantez uzun oldu tek defekti bu tommy manyakları armayı minik tutuyorlar ben de seviyorum yazı mazı olmayıp minik arma olunca ama o armayı satışçı çocuk ben hımmm burası neden eciş bücüş deyince açıkladı, astarla arkadan dikiyorlarmış. O dikişler de kumaşın görünen kısmında o ecişiklikleri yapıyormuş. Yazık heriflere sorunu biliyor bir de anlatıyor müşteriye. Neyse hazır girmişken çocukla da samimiyet arttı bir de gömlek aldım. Gömlek te 180 den 90 a düşmüş. Eğer spor gömlek seviyorsanız bu aralar aldığım en iyi gömlek diyebilirim çünkü yeri çok güzel:))


3. Sıra geldi parfüme onu bugün tepe'de hallettim. Hiç alakasız (genelde perfume işini tekin acarda hallediyorum annem kart verdi onu geçirip duruyorum daha bir işe de yaramadı ama) boynere girdim. Ben 5-6 senedir Chanel Allure sport kullanıyorum. Başka ne denediysem olmadı. Ara ara eskiden vardı Chanel pavyonunu (hehehe) bulamadım. Bir kıza sordum o da sadece parfümü var dedi ben de parfüm alacam ya kız da bunu bilmeli ya suratımdan baktım kaldım iyi işte nerede der bakışıma rağmen o anlamadı ben de nerede demek zorunda kaldım. Bir buzdolabını chanel dolabı yapmışlar işte burada dedi. Bir bey çalışan geldi ve allure sport 213 ytl dedi ve her ikinci ürün %60 indirimli dedi. 2 tane alınca tanesi 140 ytl oluyor. Free shopta bile 70-80 euro civarı diye atladım ve chanel allure sport 2 adet 100 lük parfüm, 1 adet roll on (73 ytl) 1 adet deodorant (73 ytl ama 2. ürün diye 29 ytl) toplam 400 ytl ye uzunca bir süre kozmetik ihtiyacımı karşılamış oldum. Sonra düşündüm şimdi mal gibi gitsem tekine bana döşemişlerdi diye. Bu zaferim gözlerimi yaşarttı arayıp annemle paylaşmak istedim ama sonra vazgeçtim.


4. Sıra geldi müziğe yaz sonunda depeche mode all singles box set almıştım. Toplam 6 kutu ve içerisinde yaklaşık 36 cd var. 240 civarı single içeriyor remiksler de dahil. Bunu meydan medyamarktta buldum Ama tırnak içinde malın biri setin 1. cd sini almış. 5 tanesini alabildim. Ara ara bulamadım 1. kutuyu. Amazon da bokunu çıkardı kargo parası işinin inat ettim burada bulacağım. (meydan medyamarkt muzik bolümü çoğu müzik markete 5 basar.) Ben de çalınıp geri gelmeyen JJ Johanson The long term....10.90 YTL ve D. Gahan Hourglass aldım 14.90 YTL.


5. Bu arada C. ki kendisi karım olmakta:) anlaşmamız gereği alışverişime karışmaz. Onunla anlaştık, ben onunla alışverişe çıkmam, o da inadına bana yardım etmiyor. Bunu bir kavga sebebi yapmaktansa anlaşmayı tercih ettik. Bana yardım edip şunu al bunu al dedikten sonra aynı ilgiyi benden de beklemek gibi psikolojik bir sorunu var. Ben bu işi sevsem senden neden yardım isteyeyim değil mi canım? Olay kendi içinde absürd. Kendimi hayallerimde bile bir kızla ayyy bir dur şunu dene bak vitrinde bunu gördüm beğendim bir denesene sana yakışır derken düşünemeyen ben, mağaza mağaza onunla gezecekmişim! Sebebi de o istersem benimle gezermiş.


Sonunda bu işin yürümeyeceğine kanaat getirdik ve birbirimizi özgür bıraktık. Onun bu ara ilgi alanı gardrobundan takip edebildiğim kadarı ile (eve gelince sanki sen benimle gelmedin ama bu ambiansı zorla da olsa evde yaşayacaksın olarak algılanabilecek bir davranışla aldığı herşeyi giyip bana gösteriyor) yaya veya yoyo diye bir botlar, boyle gögüs altı hizada biten sağı solu ayrı uzunlukta garip ceketler ve uzun kaban kılıklı yün kazaklar ilgi alanında. Neyse en azından onlar denenirken orada olmak zorunda değildim diyerek avunuyorum.



Bir de deneme alma oranı denen bir olgu var. buna D/A diyebiliriz. C'nin D/A oranı periodik değişken, şöyle ki premens D/A yaklaşık 1, mens 3-4/1, siklus ortası 10-20/1, siklus 2. yarısı 6-7/1. D/A oranında da A hep sabit miktarlar olunca premens madden, siklus ortası da zamanen cehennem olmakta.



Tarzım dışı bir blog yazısı oldu bu sebeble sıkılmayın diye eğlenceli bir şarkı dinleyin istedim, hem de bana bir mesaj olsun these are hard times friend so you have to work harder.